ÖYKÜM (CRONOS, TOPOS, ETHOS)

 

 

  CRONOS, TOPOS, ETHOS

Etrafında tek tük evlerin olduğu, iki tarafı ağaçlarla kaplı orman yolundan geçerek, dağ yoluna doğru hafifçe tırmanıp küçük patikaya çıktılar. İki kanatlı, büyük, ağır kapı önlerinde sessizce açıldı. Şehirden ayrılalı ne kadar oldu farkında değildi Füreya. Cevat yanındayken zamanın nasıl geçtiğini anlamazdı zaten.  

‘Hoş geldiniz Cevat Bey’, dedi kapıdaki üniformalı görevli. Başıyla hafifçe selamladı Cevat. Ortasında havuz bulunan aslanlı heykelleri geçtikten sonra Cevat beyaz BMW’ sini köşkün önüne park etti, Füreya’nın terlemiş elini sımsıkı tuttu gözlerinin içine bakarak. Füreya boşta kalan eliyle annesinin özel günlerde takması için kendisine verdiği aile yadigarı inci kolyesiyle oynuyordu. İçeri girip girmemek arasında tereddüt etti. Gözlerini kapatıp güneşli havayı içine çekti. Bir süre öyle kaldı. Güneşli ama tekinsiz hissetti.

Sabahları horoz sesleriyle tertemiz havasına uyandığı, içinde yaşadıkları çevreye inat üniversite okumasını istiyordu Füreya’nın babası. Çocukluğundan beri yolda olmayı, büyük şehirleri, ülkeleri görmeyi hayal ederdi Füreya. Üniversite kampüsünde sınavı ile ilgili çekim yaparken Cevat’ın yerde duran çantasının içindeki T cetveline takılıp düşmüş, dağılan fotoğraf makinesini birlikte toplamışlardı. Terleyen ellerinden ilk defa o gün rahatsız olmuştu Füreya. Arabanın kapısını açtı, içeriye girmeden ellerini elindeki mendile sildi.

Geniş kapıdan girdiklerinde yüksek topuklu ayakkabıları, sıra sıra taşlı takılarıyla şöminenin başında bekleyen Berrin hanım karşıladı onları. Oğlunun boynuna atıldı,

-         Cevat’ım aslanım nerede kaldın, çok merak ettim seni.

-          Geldim işte anne, hem de yanımda bu güzelle, annecim Füreya, Füreya, annem Berrin.

-         Memnun oldum efendim.

Berrin Hanım Füreya’yı tepeden tırnağa süzdükten sonra, elinin ucuyla Füreya’nın elini sıktı.

-         Hoş geldiniz, dedi gözlerini kısarak.

Kısa bir sessizlikten sonra Cevat üzerini değiştirmek için izin istediğinde geniş, güvenli salonda annesiyle, düşüncelerinde kendisiyle baş başa kaldı.

Niye bana böyle bakıyor, keşke biraz makyaj yapsaydım, üstüm, başım… ? Bir şeyim mi eksik ? Ya da kendisinde olmayan? Eksik ne, ya da fazlalık? Bir günahın acısını çıkarmak ister gibi ? Cevat da nerede kaldı? İlk dakikadan, baş başa böyle? Bu sessizik?

Bir süre sonra omzuna dokunan elle irkildi. Ne duymuştu, ne görmüştü oysa Cevat’ı. Arkasına döndü, güneş ışığından gözleri kamaştı. Açamadı bir süre gözlerini. Neyse ki Berrin Hanım yemek odasına doğru yürümeye başlamıştı. Odanın göz alıcı aydınlatmalarına anlam veremedi Füreya. Servis başladığında Berrin Hanım gözlerini kısarak soru yağmuruna başlamıştı. Nereden gelmişti, kimlerdendi, babası ne zaman ölmüştü, nerede yaşıyordu? Ne? Annesine o mu bakıyordu? Nasıl sığıyorlardı o stüdyo daireye?

Suskunlaştı Berrin Hanım. Gözlerini tabağa dikti, çatalda kalan küçük et parçalarıyla oynamaya başladı. Bir göz odaymış, üstelik annesiyle, salonu olsa bari, eşyalar Allah bilir Ikea’dandır. Rehber olacakmış da, gezecek, gezdirecekmiş de, ah benim akılsız oğlum, ah…

 Çok konuşulmadı yemekte. Gümüş çatal, bıçakların çıtırtısı, değiştirilen servislerin hareketliliği vardı. Cevat da sustu, yemeğini bitirmeden kalktı sofradan. Sessizlik, telefonun sesiyle bozuldu. Telefonu açan hizmetli, baba Rıza Bey’in toplantısının yeni bittiğini, müstakbel geliniyle tanışmak için sabırsızlandığı bilgisini getirdi sofraya. Yemek sonrası geçtikleri oturma odasında kahvelerini içerlerken duvarda boşluk kalmamacasına asılmış tabloları sordu Berrin Hanım’a. Nereden geliyordu bu tablo merakı? En çok hangi ressamı severdi, hangi sanat akımından hoşlanırdı? Duvarlar? Sorduğuna pişman oldu Füreya. Duvarlar mı dedim ben? Yüksek, aşılmaz, gri, içinde kalan insanlar? Çocukluğum? Nerden geldi şimdi aklıma? Tam da şu tablodaki gibi? Ayak ucumuzda bir horoz, pencerenin önünde iki güvercin, ormanın kokusu süzülüyor açık pencereden içeri. Anacığımın göğsüne sokulurum dört duvarımız arasında, cenin misali. Babam yeni mi attı sobaya odunları, yoksa anamın sıcaklığı mı? Of şu kestane kokusu, çayın demiyle karışmış. Güvendeyim. Füreya yerinde doğruldu.

-         Efendim, pardon anlayamadım, aa evet duvardaki tablolar….

-         Alırken diyorum, çok incelemem ben. Arkadaşlarla sergileri pek kaçırmayız. Duruma göre satın alırım, sergi sonrası biraz alışveriş, kahve sohbeti. Seni de götürürüm bir gün… demek isterdi ama durdu. Nasıl çıkarırım şu mavisi solmuş pantolonu, ayağında Nike benzeri bu spor ayakkabıları ile. İnci kolyesi de uysa bari şu ipekli bluzuna. Şu kullanmaktan sıkıldığım Armani çantamı hizmetçiye vereceğime… Ah oğlum, ah !

Füreya kitaplığa baktı. Okumak istediği kitapları gördü. Yerinden kalktı, bir kitap çekti üç duvara yerleşmiş ağır, camlı, ceviz rafların arasından. Sayfalarını çevirdi ağır ağır. ‘Anam ölmüş dün, belki de bugün, bilmiyorum.’ Kapının ziliyle irkildi. Rıza Bey arabasını park ederken, kaputun üzerinde pırıl pırıl parlayan yıldız amblemi camdan yansıdı, gözünü aldı Füreya’nın. Rıza Bey koşarak merdivenleri çıkarken kendisini karşılayan evin yardımcısına müstakbel gelinini sordu. Füreya’nın elini sıkıca kavrayıp tokalaşıp, hal hatır sorduktan sonra elindeki Şili şarabını sehpaya bıraktı.

 -         Biraz müzik şarabımıza eşlik etmesin mi? Ne tür müzikten hoşlanırsın kızım diye sormuş, cevabını beklemeden müziği açmıştı bile. Sağlığa, güzel günlere kalkan kadehler, Latin ezgileri, ortamı yumuşatsa da o sahte gerçeklik havasını kaldırmaya yetmiyordu

-         Elindeki kitabı okumuş muydun, annesinin ölüm haberini telefonla aldığında nasıl da üzülmüş, nasıl da koşa koşa gitmişti annesinin evine. Ne üzücü bir başlangıç cümlesiydi değil mi?

-         Karıştırıyorsunuz Rıza Bey, evine değil onun kaldığı bakımevine gitmiş, üstelik annesini görmeyi de reddetmişti. Son derece sakin ve soğukkanlıydı da.  

-         Aa ben karıştırdım demek ki Füreya’cım.

Edebiyattan, yazarlardan, kitaplardan konuşulurken Berrin Hanım sohbete katılmıyor, kısık gözleriyle Füreya’yı süzmeye devam ediyordu. Geçmişini hatırladı, üniversite yıllarına daldı gitti. Oysa üniversitenin kapısından adımını attığı ilk gün ne kadar da umutluydu geleceğinden. Okumak özgürlüktü onun için. Hep hayalini kurduğu mesleğini onaylamamıştı ailesi. Direnmişti o. Vaktinin çoğunu müzelerde geçirir, bir tablonun önünde saatler geçirirdi. Buradan öğrendikleriyle bilgilerini pekiştirir, notları da hep yüksek olurdu. Okulun son yıllarında babasını kaybedince ilk aşkından, okulundan vazgeçmek zorunda kalmıştı. Çocukluğunun hayalini süsleyen sandık odasındaki eşyalar teker teker satışa çıkarılmış, annesiyle beraber dede evine yerleşmişlerdi. Ailesinin baskısına dayanamayıp çaresizlik içinde komşularının zengin ama sümsük oğlu Rıza Bey’le evlenmeye razı olmuştu. Şimdi ise geçmişini kapattığı kumlar gözyaşlarıyla ıslanıyor, gözü önüne gelen her sahne yarım kalmışlığın bedelini ödetiyordu sanki Berrin Hanım’a. Gözyaşını tuttu.

-         Rızaaa, şarabım bitti, diye seslendi varlığını hissettirmek istercesine. Latin müziği, şömine, şarap, Berrin Hanım’ın hiddeti… Rıza bey sustu.  Füreya da sustu.

 Anlamasınlar, anlamasınlar beni niye anlasınlar ötekileştirildim burada içimde mücadele et diyen antogonist bırak beni ! kalsın o içimdeki çocuk  yok yok, seç o güzel maskelerinden birini onlar gibi ol onlar kötü, denge için, iyilik lazım hayat? Denge? Herkes kötü, hiç iyilik yok mu o zaman boşver çıkar sen o kötü maskeni tak, diğerini tak, çıkar, tak ooff olmuyor o zaman koş kapıya koş kaçarak çık hatta eşiği geç arkana dönüp bakma bakarsan büyü bozulur taş olursun. çarp kapıyı ciğerlerine doldur güzelim havayı güneşe ver yüzünü varsın kamaşsın gözlerin bırak duvardaki gölgeleri çık karanlığından anlat yüzlerine kötülüklerini küçük kara balık misali gülerler aptal mı derler bırakılmaz mıymış o kadar pırlantalar hazlarında boğulmuşlar farkına varmadan kendi çöplüklerinin sırlarında güvenli kalelerindeki güçleriyle fotokopinin fotokopisi mi her şey annemin fotokopisi annenin anlamı büyük anlam? Belki bir sabah böcek olarak uyanmak, sırtına dikenleri bata bata, içini açıp uçurumuna bakmak? Ben içeride, onlar dışarıda.

Şarap ve öfke iyice ele geçirmişti beynini. O eşikten adımını atarsan özgür, kalırsan zenginsin gözün mü karardı bu aydınlıkta gir çukuruna kaybol kaybol unut her şeyi sokulduğun kalıpları zamanı mevsimleri yeni başlangıçlar dehlizler tırmanışlar düşüşler tırman düş yok ol tırman aynaya bak utanma asit gibi yansın gözlerin kaçma tavşan mısın ren geyiği mi gündüz düşlerin çocukluk hayallerin hayal kırıklığı adı üstünde hayal ve kırıklığı anda tekinsizliği yaşa doya doya ooof midem bulanıyor sok parmağını boğazına çıkar her şeyi hem ademi hem elmayı çıkar şarap senin neyine rıza bey de susmadı garcia sabato borges yedin yuttun onları çoktan e söylesene susarak oynama oyunu memento mori amigdalaları büzüşesiceler diye bağır çarp kapıyı çık mesafe ne çok yakın ne çok uzak gerçek sevgi mesafesi yakınlaşmak için uzaklaşmak uzaklaş bak o zaman kim içeride kim dışarıda

 Tuvalete gitmek için izin istedi Füreya. Kapıyı arkadan kilitledi, tuvaletin kapağını kaldırdı diz üstü çöküp. İçindeki her şeyi böğüre büğüre boşalttı tuvalete. Kendine geldiğinde kalktı yerden. Yüzünü yıkadı. Aynadaki kendine baktı. Oyunun dışında kalacak, gördüğünü görmeme oyununu oynamayacaktı. Hışımla çıktı tuvaletten. Cevat iyi misin diye yanına koşup kollarını tuttuğunda sertçe uzaklaştı yanından.

-         Bu züppe, sonradan görme babanın yapmacık tavırlarına, annenin aşağılayıcı bakışlarına maruz bırakmak için mi getirdin beni bu eve? Sizler, ne zavallı insanlarsınız. Ya sen Cevat, saatlerdir sesini çıkarmıyorsun maruz kaldığım bu davranışlara. Sizi bu güvenli karanlığınızda baş başa bırakıyorum. Sen de bir daha asla karşıma çıkma Cevat.

Sokak kapısına koştu, eşiği geçti, dimdik çıktı evden. Bir labirentin ortasındaydı sanki. Uzunca bir süre yürüdü. Sağa gitti, sola döndü. En sonunda sol baş parmağı ile otostop çekti, aynı parmaktaki kalpli yüzüğe takıldı gözü. Diğer eli inci kolyesine gitti. Kalbi deli gibi çarpıyordu. İlk duran arabaya bindi, arkasına bile bakmadı.

Ne mutlu aşk vardı, ne de anlatılacak bir şey. Birleşmek için ayrılmak gerekiyorsa ? Başka yer, başka zamanda, belki… Terleyen ellerini açık mavi pantolonunda sildi. Artık bundan rahatsızlık duymuyordu.  

 

                                                                                                          25.10.2021

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

RUMELİ HAN TÜNELİ

NAKİLBENT SARNICI / NAKKAŞ HAN ALTI

AHMET GÜNEŞTEKİN